DAISY MACBETH ROLÜNDE

DAISY MACBETH ROLÜNDE

DAISY MACBETH ROLÜNDE
DAISY MACBETH
Daisy, çok sevdiği dondurmasını yerken bir taraftan da Bronzetti’s mağazasının vitrindeki elbiselere bakıyordu.
Daisy was looking at the clothes in the shop window of Bronzetti’s enjoying her favourite three-flavour ice cream.
Bu dükkana bir defa bile girmemişti çünkü, fiyatlar Daisy’nin ödeyebileceğinin çok üzerindeydi.
She never went into the shop because she couldn’t afford their prices.
“İtalyan tasarımı elbiseler gerçekten çok güzel ama onların içine girebilmek için insanın gibi incecik olması gerekir,” diye mırıldandı Daisy kendi kendine.
"I must admit that Italian styles are very nice, but you have to be pretty slim to get into them." Daisy muttered to herself.
Daisyöyle şişman falan değildi ama mankenler kadar ince olmadığı da ortadaydı.
It wasn’t that Daisy was fat, she was just average, but certainly not paper-thin, like most models.
Daisy kendi kendine, “Hıı, bu döpyesin rengi gerçekten güzelmiş,” dedi.
And again to herself, "Mm, that two-piece is a lovely shade."
“Kay sana bu saatte burada rastlamayı beklemiyordum. Ah,çok afedersiniz, siz Kay değilsiniz, değil mi?”
"Kay, I didn’t expect to see you here yet - oh, sorry you’re not Kay, are you?"
Daisy, konuşanın kim olduğunu görmek için dönüp baktı.
Daisy turned around to see who was speaking to her.
Elli yaşlarında, pejmürde giyimli, sakallı bir adamdı.
It was a rather shabby-looking, bearded man of about fifty.
Afrika kökenli olduğu belli oluyordu. Aksanı da, Güney Eyaletlerin birinden olduğunu doğruluyordu.
He was clearly of African origin and had a strong Southern States accent.
Kıyafetlerinin pejmürdeliğine rağmen, çok pahalı, ünlü bir İtalyan markası gözlük takıyordu.
In spite of his clothes he was wearing glasses of a famous Italian make, which Daisy knew cost a lot of money.
“Hayır, ben Kay değilim.”
"No, indeed."
Daisy, caddenin ortasında tanımadğı insanlarla konuşup arkadaşlık kurmaya alışık değildi. Her zaman gittiği dondurmacıya doğru yürümeye başladı.
Daisy wasn’t used to being chatted up in the middle of the High Street and made to walk off in the direction of her favourite ice-cream parlour.
“Afedersiniz hanımefendi, ben yönetmenim ve…”
"Please excuse me, Miss...er, you see I’m a film director and..."
“Teşekkür ederim, ama ilgilenmiyorum beyefendi, hoşcakalın.”
"No thank you, I’m not interested. Goodbye."
“Hayır, yanlış anladınız. Ben gerçekten yönetmenim.
"No, you don’t understand. I really am.
Adım Lawrence Baker,” dedi adam, adını söylemesinin her şeyi açıklığa kavuşturacağını düşünerek.
I’m Lawrence Baker," the man told Daisy as though the mention of his name would explain his behaviour.
“Ben de özel dedektifim,” diye cevabı yapıştırdı Daisy.
"And I’m a private investigator!" retorted Daisy.
“Bu önemli değil, zaten aynı işi yapacaksınız.”
"Oh, that doesn’t matter, you’ll do just the same."
Aslında Daisy böyle sinirlerini bozan insanlardan kolayca kurtulmayı başarırdı ama bu defa bu kadar ısrarın arkasında ne olduğunu merak etmeye başlamıştı.
Daisy was rather good at getting rid of stupid people but this time she was a bit curious to know what was behind this sort of insistence.
“Bana Lawrence diyebilirsiniz,” diye ekledi adam.
"Do call me Lawrence" the man added.
“Bakın hanımefendi, ismimi daha önce duymamış olabilirsiniz. Ben, The Tempestfilminin Harlem’de çekilen kısımlarının yönetmeniyim.”
"Look, in case you’ve never heard of me I directed an all Harlem cast of The Tempest."
Daisy, Shakeaspeare’ın sahnelenmiş eserlerini severdi ve adamın bahsettiği filmi de seyretmişti.
Daisy liked Shakespeare on the screen and had indeed seen the film.
“Filminize gerçekten bayılmıştım ama benim adım Kay değil ve…aa bir dakika, siz Macbeth’de oynayan Kanadalı oyuncu Kay Bartok’tan mı bahsediyorsunuz?
"Well, I liked your film immensely but I’m not Kay and......oh, you weren’t talking about Kay Bartok, the Canadian actress in Macbeth? "
O filmin yapımcısı da sizsiniz, değil mi?”
You made that too, didn’t you?
“Evet,” dedi Lawrence Baker gülümseyerek. Lawrence pek keyiflenmişti.
"Yes." Lawrence Baker smiled. Daisy had made his day.
“Yaptığım filmler bana çok para kazandırmıyor ama bir İngiliz bayanın filmlerimden birini beğendiğini duymak bana memnuniyet veriyor.
"I’m afraid my films don’t make a lot of money, but it gives me pleasure to hear an Englishwoman saying she enjoyed at least one of them.
Asıl meselemize dönelim.
But back to business.
Sizi Kay sandım ve bu aklıma birden müthiş bir fikir getirdi. Hafta sonuna kadar onun dublörü olmaya ne dersiniz?”
I mistook you for Kay. And I’ve had a wonderful idea. How would you like to be her double for the rest of the week!"
Daisy şaşırmıştı.
Daisy was stunned.
Lawrence konuşmasını sürdürdü: “Yüzünüz Kay’in yüzünün aynısı değil ama vücut yapınız çok benziyor ve açık kahverengi uzun saçlarınız da Kay’ın saçlarının aynısı.
Mr. Lawrence continued: "Your face isn’t exactly like hers but you have an identical build and just the same long light-brown hair.
Beni anlarsınız, Kay biraz yorgun ve dinlenmesi gerekiyor.
You know, Kay, is a bit run down and she badly needs a rest.
İşin aslını öğrenmek isterseniz, buraya son filmimiz “Modemle ormana dönüş”ün tanıtımı için geldik ve Kay’in önümüzdeki hafta bir sürü randevusu var.”
The thing is that she has a lot of engagements in the next few days as we are here to promote our latest film, "Back to the jungle with a modem".
“İyi ama benim mesleğim aktrislik değil- en azından, bazen bir davanın peşindeyken rol yapıyorum sadece, ama…,” dedi Daisy.
"Well, I really don’t act as a profession - at least I do sometimes when I’m investigating a case, but......" said Daisy.
“Bakın, sizinle şu karşıda bir fincan kahve içsek, ne dersiniz?” dedi Lawrence caddenin öteki tarafındaki pastaneyi işaret dedrek.
"Look, why don’t we have a cup of coffee over there," Lawrence indicated a coffee shop on the other side of the road.
“Kay biraz önce alışveriş yapmaya gitti. Sonra o da oraya gelecekti.
"Kay is meeting me there because she wanted to do some shopping first.
İşte bakın, Kay de gelmiş bile. Bakın, pastaneye giriyor.”
Look, there she is, going into the coffee shop now."
Lawrence öyle konuşkan bir insandı ki, ona asla hayır diyemiyordu insan. Bu mesele Daisy’nin fazlasıyla ilgisini çekmişti ve Kay Bartok’la tanışmaya karar verdi.
Lawrence was the talkative type who would never take no for an answer, and Daisy was rather intrigued by the whole matter so she decided to meet Kay Bartok.
Daisy, Kay Bartok’la tanıştıklarında, birbirlerinden farklı olduklarını ve Kay’ın ondan en az on beş yaş daha büyük olduğunu farketti.
When she was introduced to the actress, Daisy saw that their features were different and that Kay Bartok was at least fifteen years older,
Ama fiziksel görünüşleri birbirlerine gerçekten çok benziyordu.
but physically they were indeed very similar.
Kay Bartok, belirgin bir Kanadalı aksanıyla konuşuyordu.
Kay Bartok had a strong Canadian accent.
“”Demek özel dedektifsiniz Bayan Hamilton.
"So you’re a private eye, Miss Hamilton.
Sizinki çok ilginç, macera dolu bir iş.
How very interesting.
Bazen gerçekten çok tehlikeli durumlarla karşı karşıya kalıyorsunuzdur.”
You must get into very dangerous situations sometimes."
Daisy, karşısında konuşan insanın sözlerine gerçekten değer veren bu cana yakın kadına sempati duymaya başlamıştı.
Daisy took a liking to this gracious lady who looked at people as though she was sincerely interested in what they were saying.
“Sen ne dersin Kay,
"Kay, what do you think,
Çok ağır bir makyaj ve fondötenle Bayan Hamilton size tıpatıp benzeyebilir mi?”
Miss Hamilton could put heavy eye make-up on, wear a face-covering hat and would look exactly like you."
“Bir dakika Bay Baker, ben bir özel dedektifim, dublör değilim…”
"Just a minute, Mr. Baker, I work as a private eye and not as a film double..."
“Bakın Bayan Hamilton, biz size, araştırdığınız bir davadan aldığınız ücreti ödeyeceğiz.
"Look, Daisy, we could pay you just as if you were investigating something.
Kabul ederseniz, bizi çok memnun edersiniz,” diye ısrar etti Lawrence.
You would be doing us a great favour." Lawrence insisted.
Daisy tereddütlüydü:
Daisy hesitated:
Şu anda elinde sadece bir dava vardı ve ofisine alması gereken mobilyanın parasını nasıl ödeyeceğini düşünüyordu.
she had only one case on hand at that moment and that was how to pay for some office furniture she needed badly.
Ofiste dosyalar ortalarda duruyordu ve faks makinesi de bozulmuştu.
Files were everywhere, and her fax machine wasn’t working.
“Pekala,”diye cevapladı Daisy. “Tatile çıkacaktım ama sizin için birkaç gün erteleyebilirim.”
"Well" – she replied – "I was just going on holiday, but I could put it off for a few days."
Lawrence Baker, zafer kazanmış bir edayla gülümsedi.
Lawrence Baker smiled triumphantly:
“Kay, sen gidip birkaç gün dinlenebilirsin. Ben senin gideceğin partilere ve yemeklere Daisy’yi götüreceğim.”
"Kay, you go off and have a rest for the next few days, and I’ll take Daisy round with me to parties and lunches you would be going to."
Kay Bartok rahatlamış görünüyordu.
Kay Bartok looked relieved.
“Size çok teşekkür ederim Bayan Hamilton. Umarım bir dahaki sefer geldiğimde sizinle görüşebiliriz ve beraber güzel şeyler yapabiliriz.”
"I want to thank you Miss Hamilton and I hope the next time I come over I can look you up and we can have a good laugh together."
Ertesi sabah Daisy kendini, Bay Baker’la bir otel odasında makyaj yapıyor buldu.
The next morning Daisy found herself in a hotel suite with Mr. Baker helping her with her make-up.
Daisy’nin kafası biraz karışıktı.
Daisy was a bit confused.
Ama Bayan Bartok benden daha yaşlı. İnsanlar bunu farketmez mi?
"But Miss Bartok is older than me! Won’t people notice?
Peki ya aksanlı konuşmamam dikkat çekmez mi?”
And what about her accent?"
Lawrence güldü.
Lawrence laughed.
“Sen hiç merak etme. Herkes Kay’i filmlerde konuştuğu gibi bilir.
"Don't worry. Kay is well-known for her stage and film classical acting,
Kay Londra’da eğitim gördü ve herkes onu zaten İngiliz zannediyor.
she studied in London, you know, and most people think she is English anyway.
Kay ile aranızdaki yaş farkına gelince, o filmlerde zaten olduğundan daha genç görünüyor!”
As to the fact that Kay is older than you, she doesn’t look it in her films!"
Daisy bu konuşmadan biraz cesaret aldı ve haftanın geri kalan günlerinde de yaptığı şeylerden fazlasıyla zevk aldı.
Daisy took courage by the hand and enjoyed herself immensely for the rest of that week.
Güzel kıyafetler giydi, yardım kampanyası için düzenlenen festivalin açılışını yaptı, Londra’nın göbeğinde pahalı restoranlarda harika yemekler yedi ve ayrıca iyi para kazandı bu işten.
She wore beautiful clothes, opened a fête, had gorgeous food in wonderful restaurants in the heart of London and earned five hundred pounds.
Lawrence, ücret konusunda eli açık davranmıştı.
Lawrence was anything but mean.
Tek bir sorun vardı- biraz kilo almıştı!
There was just one thing - unfortunately she had put on four pounds in weight!
Daisy ofisine geri döndüğünde, son birkaç gündür okuma fırsatı bulamadığı gazetelere göz gezdirdi.
Back in her office Daisy was perusing the newspapers she hadn’t had time to see in the last few days.
Gazetelerden birinde şöyle yazıyordu:
One tabloid read:
“Kay Bartok, İngiltere’de sikleroz kampanyasına gelir getirecek festivali açıyor.
"Kay Bartok opens fête in the heart of England to collect money for a multiple sclerosis charity.
Bu büyük sanatçının ilgisi sayesinde, beklenenin iki katı bağış yapıldı.
Nearly double the sum expected was donated thanksto the charm of this great actress.
Sanatçının çok iyi göründüğü ve Lawrence Baker’ın Macbeth filminde oynadığı halinden daha genç göründüğü dikkat çekiyordu.
It was noticed that she looked very well, and younger than when she played Lady Macbeth in Lawrence Baker’s film.
Sanatçı, gayet alçakgönüllü olarak, bir dahaki rolünde daha iyi oynamayı umduğunu ve İngiliz dondurmalarına bayıldığını söyledi!”
She modestly said that she hopes to act even better in her next role and that she likes English ice-cream very much!"
Top